2 Şubat 2015 Pazartesi

Charles Bukowski ile tanışma, "Ekmek Arası"

Şimdi bakıyorum da şöyle eski yazdıklarıma, bilgisayardaki, defterlerdeki, hatta blogdaki yazılara, erken dönem yazılarıma, artık öyle yazmıyorum onu fark ettim. Öyle ki öyle bile konuşmuyorum arkadaşlarıma. Daha iyi miyim (ruh sağlığı açısından kafamın hali açısından), daha kötü olduğum zamanlar yok muydu, bilmiyorum. Nasıl mı yazıyordum? Basitçe "bunalım dolu" diyerek geçiştirmek istemiyorum. Şöyle diyebilirim, bolca yakınma doluydu yazdıklarım. Her şey kötüydü, hayat hep bana zalimdi, herkese ne güzel şeyler oluyordu (o facebook profilleri ne çok mutluluk taşıyordu öyle?!), benim dışımda herkes hayatını istediği gibi yaşayabiliyordu, istedikleri herşeyi elde ediyorlardı, benim hiçbir şeyim yolunda gitmiyordu, hep yanlış seçimler yapıyordum, kimse beni sevmiyordu, hiçbir işe yaramıyordum, kafam hiçbir şeye basmıyordu, ailemi mutsuz ediyordum, ömrümde bir kere bile mutlu olmamıştım daha da olacağım yoktu, tanrım keşke o an orada öylece ölüp gitsem olmaz mıydı, bir anda nefes almayı durdursam ve bitse bu işkence. Diyordum, yazıyordum tekrar tekrar. Sayfalarca, hep aynı konuşmaları yapıyorduk. Lanet olsun size insanlar herşey sizin yüzünüzdendi. Evet gene aynı şeyleri düşündüğüm zamanlar oluyor, durup durup aynı ruh haline bürünüyorum (artık olmamasını umuyorum hayatımdaki büyük yenilenmeyi düşünerek). Ama uzun bir süredir öyle yazmıyorum. Bunun sebebinin daha çok, artık anlatmaktan bıktığım olduğunu düşündüm. Öyle ya insanlara neden bu eziyeti yapıyorum, düşündüklerim aynı, dönüp dönüp hep o noktaya geliyorum neden anlatayım. Diye öyle yazmadığımı düşündüm. Ama belki de gerçekten bir şeyler değişmiştir. Yo hayır öyle günlük güneşlik oldu, olley hayatımı düzelttim Edinburgh'ta pek sevimli bir dairede yaşayıp, üniversitede ders veriyorum, yazları krallar vadisine kazıya gidiyorum diyemiyorum tabiki. Büyümüş de olduğumu düşünmüyorum, aşmış da olamam bunları. Sadece değişti bir şeyler ve neden oldu bilmiyorum.
Bukowski, kaynak:Aforismi
Oysa hala "kaybeden" tarafta olduğumdan eminim. Hayata 3-0 geriden başlatılmış, memur ailenin beş parasız olmaya mahkum çocuğu olarak kalacağımı da biliyorum. Eskiden de biliyordum ve nefret kusuyordum. Lisede biri, sınıftakilerden biri, derste bir kompozisyonumu okuyunca neden bu kadar sinirlisin her şeyden yakınıyorsun demişti. Bir atasözü hakkında iki üç paragraflık birşey yazarken ne kadar yakınmış olabilirim ki? Öyleydim demek, farkında bile olmadan. Bu yüzden Bukowski'yi ilk öğrendiğim zaman fazlasıyla tanıdık gelmişti demeye çalıştıkları. Ama tam olarak tanışmamız benim geciktirmem, belki de ürkmem yüzünden bu kadar sonraya kaldı. Ben o sinirli, yakınan, lanet eden halimden gittikçe uzaklaşmaktayken almış oldum elime eski tanıdığı. Ürküyordum evet, aynı şeyleri düşündüğün insanlarla bir araya geldiğinde de birbirinizi gaza getirirsiniz ya, ondan korkuyordum. Daha ne kadar gaza gelebilirim ki diye belki de.
En sonunda geçen Bandırma seyahatinden dönerken yolda okuyacak bir şey kalmadığı için kitapçıya uğradım ve gördüm "Ekmek Arası"nı. İçimden bir ses artık zamanı dedi. Artık sakin, normal bir kafayla okuyabilirdim Bukowski'yi.
Ekmek Arası'nda Henry Chinaski'nin hikayesini dinliyoruz en başında hatırladıklarından çocukluğuna ilk gençliğine üniversiteyi bitirene kadar. Tamamen yoksulluk dolu onun hikayesi, hepimizinkinden kötü bir babayla varlığı yokluğu belli olmayan bir annenin ortasında, insanlardan kaçmayı kendi kendine olmayı seçmiş yaşlı bir çocuğun hikayesi. Ve evet korkmakta hiç de haksız değilmişim,
Sorun seçimlerini hep iki kötü arasında yapmak zorunda kalmandaydı, ve seçimin ne olursa olsun bir parçanı daha kesiyorlardı. Kesecek birşey kalmayana dek. İnsanların çoğu yirmi beş yaşında mahvolmuştur. Araba süren, yemek yiyen, çocuk sahibi olan, kendilerine en çok benzeyen başkan adayına oy vermek gibi her şeyi yapılabilecek en kötü şekilde yapan g.tlerden oluşmuş bir toplum.
İlgi duymuyordum. Hiçbir şeye ilgi duymuyordum. Nasıl kaçabileceğime dair hiç fikrim yoktu. Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de. Mümkündü. Sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum. Gidecek yerim yoktu ama. İntihar? Tanrım, çaba gerektiriyordu. Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi.
Düşünsenize bu satırları o haldeyken, aynen bu şekilde hissederken okuduğumu? Olduğumdan daha felaket olabilir miydim acaba? Ya da
Eve yürürken madalya cebimdeydi. Albay Sussex de kimdi? Herkes gibi sıçmak zorunda olan biri. Herkes sisteme uyup içine girebileceği bir kalıp bulmak zorundaydı. Doktor, avukat, asker - ne olduğu mühim değildi. Kalıbını bulduktan sonra ileri doğru gitmeye çalışıyordun. Sussex de herhangi biri kadar çaresizdi. Ya bir kalıp bulurdun kendine, ya da açlıktan ölürdün. 
diyen satırları okusaydım kendimi işyerinde RJ45lerle boğmaya çalışmaz mıydım?
Önümde uzanan yolu görebiliyordum. Yoksuldum ve yoksul kalacaktım. Para değildi özellikle istediğim. Bilmiyordum ne istediğimi. Hayır, biliyordum. Saklanabileceğim, saklanıp hiçbir şey yapmak zorunda kalmayacağım bir yer istiyordum. Bir şey olma düşüncesi beni korkutmakla kalmıyor, hasta ediyordu. Avukat, danışman, mühendis veya benzer bir şey olmayı düşünmek bile olanaksızdı benim için. Evlenmek, çocuk sahibi olmak, aile kurumunun kafesine girmek. Her sabah aynı işe gidip akşam dönmek. Olanaksızdı. Aile pikniklerine katılmak, Noel, 4 Temmuz, İşçi Bayramı, anneler günü...Bu tür şeylere katlanmak için mi dünyaya geliyorduk? 
Bir dakika bir dakika, ben hala böyle düşünüyorum. Geçmemiş demek ki değişmemiş birşey demek ki. Hala bu ülke, bu insanlar, beni birşey yapmaya uğraşıyor.
Peki, diyordum kendi kendime, bir iş buldun. Ömür boyu böyle bir işte mi çalışacaksın? Bu yüzden banka soyuyordu insanlar. Yapmak zorunda kaldıkları işler küçük düşürücüydü. Neden allahın cezası bir konser piyanisti veya yargıç değildim? Çünkü eğitim gerekiyordu ve eğitim parayla alınıyordu. 
Evet Chinaski, paran yoksa bir hiçsin bu dünyada. Eğitimi sadece karnını doyurmana yetecek kadar kazandıracak işler için veriyorlar sana, paraya ihtiyacı olmayanlarsa istedikleri eğitimi alıyor ve yine paraya ihtiyaçlara olmayacak işleri yapabiliyorlar. Bu dünyayı en başından beri paraya sahip olan o şanslı azınlık yönetiyor. Ve sırf onlar sahip diye o paraya, mutluluğu da ona bağlamış durumdalar. Ancak parayla mutlu olabileceğimiz duruma getirmeye uğraşıyorlar bizi. Ama ne diyorsun Chinaski;
Sonra tahammül edilmez oldu benim için. Nefret ettim onlardan. Güzelliklerinden, sorunsuz gençliklerinden nefret ettim. Sihirli ışıkların altında birbirlerine sarılmış dans ederken kendilerini çok iyi hisseden bu, geçici olarak şanslı, zedelenmemiş küçük çocukları izlerken onlardan nefret ettim çünkü henüz bende olmayan bir şeye sahiptiler ve kendi kendime sürekli, bir gün ben de sizin kadar mutlu olacağım, göreceksiniz, diyordum.  

(Kitabı Babil'de 14,60 tl'ye bulabilirsiniz. Ben Bandırma Liman'dan 15 tl'ye almıştım. Diğer kitapçıların netteki fiyatları da hep böyle 15 olarak görünüyor. Metis'in basımları güzel oluyor, Avi Pardo çevirisi ise tadından yenmiyor.)

1 yorum:

  1. Akşamüstü işte kafamın durduğu, iş yapasımın kalmadığı bir vakit girdim nete.. (--Bu cümlenin İngilizce'sini düşündüm ve error verdim bu arada--) Tabi hasta falan da olsan evdesin neticede, kafa da temiz, kanatların da var ruhunda, her gün 3-4 post yağdırmışsın, aferin ^_^

    Akşam film izleyesim vardı. Fikir versin diye "neverland'in ucu bucağı" tablondan imdb listene bakarken yakaladığım ipuçlarının izini sürerek face'de buldum seni! : ) Mesaj da attım ama FB mesaj kutusunda "other" diye bi klasör varmış, arkadaşın olmayan kişilerden gelen mesajlar spam muamelesi görüp oraya düşüyormuş. Vesile ile 2011'den beri birikmiş ama haberim olmayan mesajlarımı okumuş oldum. Sen de notumu ıskalamayasın diye bir de buradan yazıyorum.. : )

    Bu arada, Bukowski benim de benzer bir tedirginlikle uzak durduğum bir yazardı. Senin alıntılarına bakınca görüyorum ki hayatın anlamsızlığını idrak etmiş ama anlamını henüz bulamamış, bir nevi arafta kalmış bir zekâ imiş kendisi. Sanırım bi şans verebilirim artık.

    Son bir not: Senin bu bahsettiğin yıllardır süregelen hırçınlığın, kadere küsmüşlüğün falan hep ilk isminden kayaklı olabilir sanki bak.. Nazlanmak için doğmuşsun kızım sen : ))

    YanıtlaSil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...