25 Kasım 2012 Pazar

Alessandro Baricco'nun büyülü "İpek"i

Büyülendim, bildiğiniz büyülendim. Ben ömrümde böyle bir şey okumadım.
Her ne kadar babası onun için orduda parlak bir gelecek düşlemişse de, Hervé Joncour, hayatını kazanmak için alışılmışın dışında bir uğraşın içinde buluvermişti kendini. Talihin cilvesine bakın ki, bu uğraşının hoş bir özelliği, belli belirsiz de olsa kadınsı bir yanı olmasıydı.
Hervé Joncour, ipekböceği alıp satarak hayatını kazanıyordu.
1861 yılıydı. Flaubert Salammbo'yu yazıyordu, elektrikle aydınlanma henüz bir varsayımdı, Okyanus'un öbür yanında Abraham Lincoln, sonunu hiçbir zaman göremeyeceği bir savaşın içindeydi.
Hervé Joncour otuz iki yaşındaydı.
İpekböceği.
Alıp satıyordu.
Böyle, ilk sayfası böyle olan şiir gibi, ipek gibi bir kitap bu. Neredeyse her sayfasında bir bölüm bulunan ve bu yukarıdaki gibi cümlelerden oluşan bir kitap nasıl olur ki, okunur mu ki, saçmadır bu şimdi diyerek aldım elime önce. Okumaya başladığımdaysa inanamadım gözlerime, bir anda kapılıverdim büyüsüne. Ciddiyim, ben böyle bir şey okumadım daha önce. 1800'lerin ikinci yarısında, ufak bir İtalyan kasabasındaki kendi halinde bir genç adamın, Hervé Joncour'un bir ipekböceği yumurtası alıcısına dönüşmesinin, dünyanın halinin Hervé'in yolunu bildiği dünyanın sonuna kadar götürmesinin, Japonya denen o adada hiç bilmediği şeylerle, dokunamadığı bir aşkla, ipeğin büyüsüyle karşılaşmasının ve bu büyünün, Hervé'in karısı Helene'ye ulaşmasının, Baldabiou'nun, Lavilledieu'nun ve belki de o hep sahip oldukları ama göremedikleri büyünün öyküsü bu.
Sayfaların arasında ilerlerken tıpkı o anlattığı ipek mendilleri hissederek elinizde, teninizde bir masalın içinde salınıyor gibi oluyorsunuz. İtalya'nın küçük bir kasabasında ipekböceği kozalarının arasında dolaşıyor, Japonya'nın - batıyla hiç tanışmamış, henüz kendini hiç kaybetmemiş, en saf halindeki  Japonya'nın - bir köşesinde, yere düşen yaprakların altında oradan oraya koşturan çocuklar etrafınızı sarıyor, akşam güneşi üzerinize değerken kafeslerindeki kuşların cıvıltılarını dinliyorsunuz, göl yüzeyinde dalgacıklar kıyıya, adımlarınıza doğru ilerliyor. Hepsini teninizde o ipek gibi yumuşaklığı hissederek görüyor, işitiyor, tadıyorsunuz.
Hervé Joncour sigarasını masanın kenarına koyup şöyle dedi.
-Peki, tam olarak nerede bulunuyor bu Japonya?
Baldabiou, bastonunu kaldırıp ucuyla Saint-August damlarının ötesini gösterdi.
-Şuradan öteye dümdüz gideceksin.
Dedi.
-Dünyanın sonuna kadar.
Alessandro Baricco (lib.rus.ec'den)
"İpek" orijinal adıyla "Seta", Alessandro Baricco'nun 1996'da yayınlanmış bir kitabı. 1958 doğumlu İtalyan yazarın  4.romanı. Benim okuduğum Can Yayınları'nın 1997 basımı, Şemsa Gezgin çevirisi. Gezgin, İtalyanca aslından çevirmiş ki bunun ne kadar fark yarattığını kitaplar için, siz de biliyorsunuzdur en az benim kadar. Baricco sadece yazar değil, müzik ve felsefe eğitimi almış esasında. Müzik eleştirileri yazıyor gazetelerde ve tvde talk-show sunuyor bir yandan. Yaratıcı yazarlık okulu bile açmışlığı var.
Dört ay çalıştılar. Eylül sonunda park bitti. Lavilledieu'de kimse o güne dek böyle bir şey görmemişti. Hervé Joncour'un bu işe servetini harcadığını söylüyorlardı. Bu kez Japonya'dan değişmiş olarak döndüğünü, hasta olabileceğini söylüyorlardı. Yumurtaları İtalyanlara sattığını ve Paris bankalarında altın cinsinden büyük bir servetin kendisini beklediğini söylüyorlardı. Park işi olmasa o yıl açlıktan ölmüş olacaklarını söylüyorlardı. Dolandırıcı olduğunu söylüyorlardı. Bir aziz olduğunu söylüyorlardı. Bazıları ise şöyle diyordu: Bir tuhaflık var onda, mutsuzluk gibi bir şey. 
Kitap 2005'te bir tiyatro oyununa, 2007'de ise bir sinema filmine uyarlanmış. Ben de kitabı zaten bu filmden dolayı biliyordum. Michael Pitt ve Keira Knightley'nin oynadığı film gösterime girdiğinde ilgimi çekmişti doğal olarak, Pitt'i Dawson's Creek'ten dolayı ortaokuldan beri tanıyordum, grubu Pagoda'yı dinliyordum - ki oldukça ilginç bir müzik yapmışlıkları var -, Keira'yı ise lisede Bend It Like Beckham'da gördüğümden beri takip ediyordum. Ama filmi bir türlü izleme şansım olmamıştı 2007'de. Bu yüzden daha iyisini yapmak istedim, önce kitabı buldum, okudum. Yakında filmi de hep beraber göreceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...