4 Şubat 2012 Cumartesi

Umberto Eco'dan "Prag Mezarlığı"

Tarihsel bir anlatının aslını olaylar oluşturur; bunlar okurun zihnini ana konudan farklı güzergahlara sürükleme ayrıcalığına da sahiptirler; işte bunun için, halk meydanında asılan yüz kişiyi, diri diri yanan iki papazı, akıp giden kuyrukluyıldızı ve yüz şövalye turnuvasına bedel tasvirleri bu sayfalarda dillendirdik. (Carlo Tenca, La ca'dei cani)
Eco'ya sevgim sonsuz. Böyle dünya gözüyle bir karşılaşsak boynuna atlayıp "Ya sen ne müthiş bir insansın amca" diyeceğim, o derece. Bir insan nasıl hem bu kadar çok şeyi bilip, hem bu kadar çok meseleyi düşünüp, kafa yorup, gerçeklerle hayalleri ilmek ilmek kurgulayıp böylesine biçimli, delicesine bir akış içerisinde anlatabilir? Tarihe bu kadar hakim, insan düşüncelerine, toplum yapılarına bu kadar aşina olmak mümkün müdür?
Öte yandan da şöyle bir gerçek var : Eco okumak zordur. Daha doğrusu onun bilerek yaptığı üzere, ya onunla bu oyunu oynarsınız, ya da oyunun farkına bile varmadığınızdan çekip gidersiniz. Kolaydır ayrıca vazgeçmesi, çok zordu diyebilirsiniz, çok karmaşıktı diyebilirsiniz, ilginç değildi, bana hitap etmiyordu, çok tarihseldi, bilmediğim çok isim vardı diyebilirsiniz. Güzel kafanızı da hiç yormazsınız böylece.
Ama eğer onunla bu oyuna dahil olursanız...İşte o zaman kendinizi kitap raflarının, google sonuçlarının, sözlüklerin arasında bulursunuz. O bir cümle eder, önce gülersiniz, sonra önceki gün gazetede okuduğunuz haberler gelir aklınıza. Düşünce sağanağında elinizde Eco haritasıyla koşturmaya başlarsınız. Hazinenin gömülü olduğu yere kadar gelebilirseniz oyunu layıkıyla oynayıp, Eco'nun çok daha güzel bir sürpriziyle karşılaşırsınız hazine yerine. Onca sayfanın, cümlenin sonunda kapağı kapatmak demek bir dolu düşünceyle, yeni bakış açılarıyla başbaşa kalmanız anlamına gelir. Bu defa elinizdeki haritayı da sizin çizmeniz gereken bir toprağa ayak basmış olursunuz.
Orijinal adı "Il Cimitero di Praga" olan Prag Mezarlığı'nın Türkçe ilk baskısı ekim 2011'de Doğan Kitap tarafından yapılmış. Kütüphaneden güç bela elime geçirebildiğim bu baskı, Eren Yücesan Cendey'in çevirisiyle 494 sayfa. Elimizde bir adet "Anlatıcı" var öncelikle, zaman zaman müdahale edip, arada kalan olayları anlatıp, açıklıyor bize. Çünkü 1800'lerin sonunda İtalya'da doğmuş, büyümüş ve Fransa'da yaşayan Simone Simonini adındaki bir "hayali" kişiliğin yaklaşık 2 sene boyunca tuttuğu günlüğü okuyor bu Anlatıcı ve aktarıyor. Çoğu zaman birebir günlüğün satırlarını okuyoruz Simonini'nin kaleminden, bir o kadar da Dalla Piccola adındaki bir rahibin günlüğe yazdıklarını. Simonini'nin günlüğü tutma kararı da burdan çıkıyor zaten; bilincini kaybettiği vakitler yaşıyor ve bu vakitlerde günlüğünde hep Dalla Piccola'nın yazdıklarını buluyor. Kitap boyunca Simonini'nin esasında bir tür kendini iyileştirme ve ne olduğunu çözme uğraşı olan günlüğü ve hayat hikayesi aracılığıyla Siyon Bilgelerinin Protokolleri adı verilen ünlü bir tarihi belgenin ortaya çıkışını dinliyoruz. Tabi bununla birlikte günümüz Avrupa devletlerinin şekillenişini, dinlerin, mezheplerin algılanışını, belirli düşüncelerin ve kalıpların oluşturuluşunu görüyoruz.
"Bizim gibi okumuş yazmış insanların kendilerini evrenin düzeninde gerekli bir unsur olarak görmesi, cahillerin batıl inançlarına eşit. Dünya düşüncelerle değiştirilemiyormuş. Az düşünce üreten kişiler daha az hataya maruz kalıyorlar, onlar herkesin yaptığını izliyorlar, kimseyi rahatsız etmiyorlar, başarıyorlar, zenginleşiyorlar, iyi pozisyonlara ulaşıyorlar, milletvekilleri, şöhretli edipler, akademisyenler, gazeteciler oluyorlar, ödüllere, nişanlara boğuluyorlar. İşlerini böyle iyi yürütene aptal denir mi? Aptal benim, yel değirmenleriyle savaşmaya kalkan ben." (diyor Joly mesela Simonini'ye.)
Eco'nun anlatısında kendisinin de kitabın sonunda belirttiği üzere Simonini dışındaki tüm isimler, gerçek kişilikleri yansıtıyor.
Kimdi bu Proust, France, Sorel, Monet, Renard, Durkheim? Proust'un yirmibeş yaşında, neyse ki basılmamış kitapların yazarı bir kulampara olduğunu söylüyorlar; Monet ise bir ya da iki tablosunu gördüğüm ve dünyaya çapaklı gözlerle bakan bir ressam bozuntusu. Askeri mahkemenin kararlarını tartışmak bir yazarla ressama mı kaldı? (diye yakınıyor Simonini bir yerde de, bunlar ve Freud gibi kişiliklerle aynı tarihin sayfalarında geziniyor yani.)
Simonini ise okuduğum en eğlenceli karakterlerden biri. Bana bol bol Woody Allen'ın Whatever Works'ündeki Boris'i hatırlattı.
Gaviali bana son uyarılarda bulunuyor:"Şuna dikkat edin, buna dikkat edin." Yok artık; daha o kadar bunamadım. (diye bitiriyor günlüğünü örneğin.)
Efenim bu da mevzu bahis Eski Yahudi Mezarlığı
Simonini herkesten nefret ediyor bir defa. Çocukluğunun şekillendiği ortamdan dolayı da herşeyin altında, bu nefretlerinin altında Yahudileri görüyor. Nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın onlar için hazırladığı bu Prag Mezarlığı denen yerde geçen hikayesini hazırlamaktan vazgeçmiyor. Yahudilere zarar verme sevdası onu canlı tutuyor nerdeyse. Bu arada tüm ölümcül günahları işliyor, kendi menfaati için yapmadığı şey kalmıyor. Sahte belgeler hazırlamakta usta bir noter olmasının yanısıra, birçok ülkenin casusluğunu da yapıyor. Herkese ve hiç kimseye hizmet ediyor her zaman. Parayı ve güzel yemekleri kim verirse onun adamı, canını nasıl kurtaracaksa o devrin adamı oluveriyor. Ve herkesten nefret etmeye devam ediyor.
Halka umut vermek için bir düşman gereklidir. Birileri yurtseverliğin, ayaktakımının son sığınağı olduğunu söyledi : Ahlaksal ilkeleri olmayanlar genellikle bir bayrağa sarınırlar, soysuzlar da daima ırklarının saflığıyla övünürler. Ulusal kimlik, mirastan yoksun kalanların son pınarıdır. (...)Nefreti uygar bir tutku olarak beslemek gerekir.(...)İnsanın kendi sefilliğine mazeret bulabilmesi için nefret edecek birine gereksinmesi vardır. Nefret insanın en kadim tutkusudur. Anormal olan durum sevgidir.(...)İnsan birini bütün bir ömrü boyunca sevemez; bu olanaksız umuttan, zina-ana katli-dosta ihanet doğar...Oysa insan ömür boyu birinden nefret edebilir. Yeter ki nefretimizi körüklesin. Nefret yüreği ısıtır. [diyor Raçkovski de bir konuşmasında Simonini dinlerken]
Sayfalar arasında 3 anlatıcının kalemiyle birlikte Eco'nun kendi arşivinden gerçek tarihi resimler de görüyoruz bir yandan. Resmen olay ve düşünce cümbüşü şeklinde geçen koca bir kitabın ardından Eco "Ama bir kez daha düşününce, Simone Simonini, başka pek çok kişinin eylemini üzerine yansıttığım bir kolaj ürünü bile olsa, bir şekilde bu dünyada var olmuştur. Hatta gerçeği söylemek gerekirse, hala aramızda yaşamaktadır." diyor.
Biz de bundan korkuyorduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...