27 Aralık 2011 Salı

Dan Brown'dan "Kayıp Sembol"

Dan Brown nerden çıktı, nasıl çıktı bilmiyorum ama ne yaptıysa ya da bu yaptığı neyse, Bruckheimer'ın gişe canavarları yaratmasıyla aynı başarıda bir şey olduğu ortada. Ve sanırım tam da bu yüzden yerden yere vuruldu, eleştirildi, sevilmedi, basit bulundu, ucuz numaralar yaptığı söylendi.
Adamın derdi hiçbir zaman edebiyat yapmak gibi görünmemişti zaten. Da Vinci Şifresi'ne kadar yazdıklarının tutmamasından da anlaşılabileceği gibi hep aynı şekilde yazdı, basit, olay odaklı, derinliksiz karakterlerin oradan oraya koşturduğu, tam da ortasından popüler komplo teorileri.
İşin kötü yanı ben bir de inanıyorum okurken buna. Kaptırıyorum böyle, ne yazıyorsa. Tıpkı Dune okurken insanların yüz hatlarını incelemeye çabalamak ve eğer yeterince süre nefes almadan durabilirsem tüm kaslarıma hakim olabileceğimi düşünmek gibi, Dan Brown'ın yazdıklarını okurken de kafamda dedikleri canlanıyor. Robert Langdon'la birlikte o özel jetten bu müzeye, o ajandan bu müride koşturup duruyorum. Açıp netten şehir planlarına bakıyorum gözlerimi kırpmadan, sanki benden sakladıkları bir şeyleri görebilecekmişim gibi.
Ama işte tam da bu değil mi amaç? Günün tüm yorgunluğunu, hayatın tüm anlamsızlığını alıp götürüvermesi değil mi? Okurken kitabın içinde yaşamaya başlıyor olmamız. Düşünmeye gerek kalmadan, yorulmadan önümüzde açılan o heyecanlı, özel dünyayı yaşayabiliyor olmamız. Bir de özellikle seçtiği konular en sevdiğim dünyaların kapısını aralıyor bana mesela. Tarih, dinler tarihi, mitoloji ve antik gizemleri günümüz bilimleriyle harmanlayıp, en göz önündeki konulara bulaştırıp, tam ortasına da bir simgebilim profesörünü koyuyor. Daha ne yapsın? Tamam, biliyoruz kurgu murgu uğraşmıyor, bodoslama "ahanda gizem dedikleri bu, ben de çözdüm, hem de pek süper teknolojiler kullandım, hem zeki hem yakışıklıyım" olayına giriyor ama olsun.
Bu "Kayıp Sembol"de de bizim Harvardlı, fit profesörümüz Robert Langdon abisi bildiği Peter Solomon adlı pek zengin-mason-gizemli insan modundaki şahsiyetin ricası üzerine apar topar Washington'a bir konuşma yapmak üzere gidiyor. Olay hakkında - spoiler hatrına- ancak bunu söyleyebilirim. Langdon bu sefer Avrupa'nınkilere değil de ABD'nin köklerine, gizemlerine, komplo teorilerine bulaşıyor.
Brown aynı şeyi önceki kitaplarında da yapmıştı ama burada işi iyice abartıyor, tüm dinler ve hatta masonluk gibi oluşumlar hakkında acayip kalınlıkta bir pembe gözlük geçiriyor gözüne. Herşeye öyle bir açıda yaklaşıp, "en büyük mutluluk nefes alabilmek azizim" halinde bitiriyor. Haa bununla ilgili benim bir problemim yok, dedim zaten okurken inanıyorum bir hafif çakırkeyif oluyorum, bu da bana yetiyor.
Ben öncesinde, Dan Brown'ın yeni bir kitap yazacağı haberi çıktığında gazetenin verdiği bir kitabı okumuştum zamanında. Greg Taylor diye birinin yazdığı "altın yumurtlayan tavuğun yumurtasına vitamin olacak yemi atan elden beslenelim" kitabı "Dan Brown : Süleyman'ın Anahtarı ve Şifreleri". 159 sayfalık bu kitap fikri incelemesinde Brown'ın yazacağı kitapta ne anlatılıyorsa her bir köşe taşı incelenip, tartışılıyor. Yani başından bir fikrim vardı az buçuk. Ama bu gene de kitap içinde ikide bir salak saçma bir şekilde geçen Kartal Soğanlık Cezaevi ifadesini her görüşümde "höh" olmama ya da kitabın web sitesindeki sembol bulmaca oyunuyla saatlerce uğraşmama engel olmadı. Oyun demişken, merak eden olursa kendisi şurda ve pek güzel bir çözümü de burda.
Kitaptan ilginç satırlarla bitirirken, okuyabilirsiniz diyeyim. Bence gayet eğlenceli. Kafa dağıtıcı ve içimizdeki Sherlock'a, Pairot'a, Sydney Fox'a, Indiana Jones'a hediye.
Langdon başrahibin haklı olduğunu biliyordu. Ünlü Hermetik özdeyiş şunu söylüyordu : Sizler Tanrı olduğunuzu bilmez misiniz? Bu ifade Antik Gizemlerin temel direklerinden biriydi. Yukarıdaki aşağıdakine, aşağıdaki yukarıdakine benzer...İnsan Tanrı'nın suretinden yaratılmıştır...Tanrılaşma. İnsanın ilahi olduğu - gizli potansiyeli - mesajı sayısız inancın eski metinlerinde tekrar edilirdi. Kitabı Mukaddes bile Zebur 86:2'de sizler ilahsınız, diyordu.
(...)
Yaşlı adam, "Profesör," dedi.(...)Yanlış hatırlamıyorsam, tarihteki büyük dehalardan biri : 'Bize akıl ermez gelen, gerçekte var. Doğanın sırlarının ardında, anlaşılmaz, soyut ve açıklanamaz bir şey duruyor. Anlayabileceğimiz herşeyin ötesindeki bu güce hürmet etmek benim dinimdir,' demişti."
Langdon, "Bunu kim söylemiş?" diye sordu. "Gandhi mi?"
Katherine, "Hayır" dedi. "Albert Einstein." (s.327)
Peter merdivenlerden inmeye devam etti. "Robert, eskiler öğretilerinin nasıl çarpıtıldığını...dinin cennete bilet kesen bir gişe haline geldiğini...askerlerin, Tanrı'nın kendi davalarını desteklediğine inanarak savaşa koştuklarını görselerdi dehşete düşerlerdi, bunu ikimiz de biliyoruz. Kelimeyi kaybettik ama gerçek anlamı hala erişebileceğimiz bir yerde, gözlerimizin önünde. Günümüze kadar gelen tüm metinlerde, İncil'den Bhagavad Gita'ya ve Kuran'a kadar her yerde yazıyor. Tüm bu metinlere farmosonluğun sunakları üzerinde yer ayrılmıştır, çünkü masonlar kelimenin unutulmaya yüz tuttuğunu bilirler...ama bu metinlerin her biri, kendi diliyle, aynı mesajı sessizce fısıldamaktadır." Peter'ın sesi duygu yüklüydü. "Sizler tanrı olduğunuzu bilmez misiniz?" (s.509) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...