7 Ağustos 2011 Pazar

Fitzgerald'ın "Muhteşem Gatsby"si

Gönlü olacaksa, var, sırma kaftanlar kuşan;
Ve istiyorsa, yüksel yükselebildiğin kadar,
Ta ki "Sultanım benim, sırma kaftanlım!"diye
Koşsun sana nazlı yar.
(T.P.D'invilliers)
Elimde Can Yücel'in çevirdiği, Adam Yayınları'nın 1988 baskısı var. Francis Scott Fitzgerald'ın 1925'te yayınlanan kitabı Muhteşem Gatsby (orijinal adıyla The Great Gatsby) bu haliyle 191 sayfalık, en nihayetinde bir günde rahatlıkla okuyup bitirilebilecek bir kitap olarak görünüyor.
Ama bu kısa kitabın isminin önünde öylesine çok ünvan var ki (Amerika'nın en çok okunan kitabı, tüm zamanların en müthiş klasiklerinden, Amerikan rüyasının en iyi anlatıldığı eser vs.) insan öncesinde korkmuyor değil yani. Neyse ne, tüm önyargıları bırakırsanız, kitap yazıldığı dönemi baktığı yerden gayet iyi anlatan, istediği ölçüde eleştirisini yapıp, umudu-umutsuzluğu okuyucusuna bırakan, yazarının anlatımı ve dili hakkında oldukça güzel şeyler düşündürten bildiğiniz başarılı bir edebiyat eseri.
Fitzgerald'ı ilk defa önceki senelerden birinde bir arkadaşımın gönderdiği kısa bir yazısı aracılığıyla tanıdım ben (öyle ya fen bilimleri ya da mühendislik eğitimi klasikleşmiş yazarlarla tanışmak için pek de başarılı bir yol değil). İsmini bir türlü hatırlayamıyorum. Önemli olan içeriğiydi zaten. Okur okumaz vurulmuştum, bunu yazan insan hemen yanıbaşımda benimle aynı şeyleri düşünüyor olmalı dedirtiyordu. Hemingway'den fellik fellik kaçarım ama "o en büyüğümüzdü" demiş Fitzgerald için, resmen hak veriyorum. O yazısını okuduktan sonra devam etmeliyim Fitzgerald'a diye düşündüm ve işte ancak şimdi "Muhteşem Gatsby"nin tadına bakabildim (ki bu arada hepimiz bir diğer Fitzgerald eseri olan "The Curious Case of Benjamin Button"ın filmini izlemiştik).
Önceki gün "Howl"da 1950'lerin Amerika'sını ve Beat Kuşağı'nı görmüştük. Şimdi de 1920'lerin Amerika'sına ve ve Yitik Kuşak'ın (Lost Generation) içine dalıyoruz. Yine aynı şekilde (nedense hep böyle) bir dünya savaşının ardından (I.Dünya Savaşı tabiki) Amerika'da zengin, vurdumduymaz, vur patlasın çal oynasın bir kesimin işi iyice abarttığını ve bunun dışında kalan kesiminse yitik bir nesli oluşturduğu bir dönemdeyiz. Saçmasapan kanunlar ve toplumun işleyişi yüzünden eski zenginler-aristokratların yanında çeşitli yollardan zenginleşen yeni zenginler ortaya çıkmaya başlamış.
İşte böyle bir Amerika'da 1922 yazının başında Nick Carraway isimli 29 yaşındaki hali vakti yerinde, köklü ve hatırı sayılır bir aileye mensup anlatıcı kahramanımız, yaşadığı orta-batı bölgesinden ülkenin doğu kesimindeki New York şehrine yerleşir. Amacı borsacı olmak. Bir yandan iş tutturmaya çalışırken bir yandan da komşusu Jay Gatsby ve kendi kuzeni Daisy ile onun kocası, Nick'in de üniversiteden tanıdığı olan Tom Buchanan, Daisy'nin arkadaşı golfçü Jordan Baker, şehrin fukara kısmından oto tamircisi George Wilson ve karısı Myrtle Wilson'ın dahil olduğu bir olaylar silsilesi içinde bulur.
Fitzgerald olayları anlatırken Nick'in bakış açısından ve anlatımından sesleniyor bize. Aslında olayların çoğu zaman tam ortasında duruyor (fiziken) olmasına rağmen Nick, neredeyse romanın dışındaymış gibi anlatıyor gördüklerini. Genellikle dahil olmuyor olay sırasında, sadece gözlemliyor, düşünüyor, tasvir ediyor. Bu açıdan bazı yerlerde Nick'in varlığını bile unutur hale geliyoruz. Ama yaptığı gözlemlerin sonucunda bize ilettiği düşünceler, yazarın tam olarak o dönemle ve toplumun yapısıyla ilgili söylemek istedikleri aynı zamanda. Fitzgerald vardığı sonuçları tüm açıklığıyla ortaya seriyor. Benim en beğendiğim yönüyse tasvir konusundaki başarısı. Abartmadan, sıkmadan ama olanca güzelliğiyle her bir detayın gözünüzde canlandığını hissedebiliyorsanız. Hala epsilon gençlik serisi kıvamında olan yazdıklarımın günün birinde böylesi tasvirleri barındırabilmesini isterdim açıkçası.
Fitzgerald esasında fakir oğlan-zengin kız, garantici ama aldatan eşler, içi boş ama dışı güzel ilişkiler gibi gayet klişe bir konunun etrafında, kendi ülkesinin savaş sonrası durumunu, 1929'daki büyük bunalıma doğru son sürat ilerleyen işleyişi ve ülkesindeki insanların nasıl zihniyetler taşıdıklarını anlatıyor.
Meşhur Zelda'yla Fitzgerald
Çoğu yerde pek çok kişi hikayeyle, kahramanıyla Fitzgerald'ın kendisi, karısı ve yaşamı arasında bağlar kurmuş. Mümkündür, değil midir? Kitabın ilk sayfasını çevirdiğinizde karşınıza çıkan "Yeniden, gene Zelda'ya" sözleri de belki bunu söyler.
Ama en güzeli, herkesin tartışmasız alıntıladığı, tekrar ettiği sözleri, kitabın en son satırlarıdır, herşeyi bir çırpıda özetler :
Gatsby, her yıl önümüzde biraz daha gerileyen o yeşil ışığa, o bel getirici geleceğe inanıyordu. Kaçırdık o vakit elimizden onu, ama ziyanı yok, yarın daha hızlı koşacak, kollarımızı daha ilerilere uzatacağız...Ve bir sabah, aydınlıklar içinde...
O ümitledir ki şimdi sefer etmekteyiz, biz o akıntıya karşı giden tekneler, durmadan geriye, geçmişe çarpılıp atılsak da ne gam...


(Bu arada 2001'de Moulin Rouge'u efsaneleştiren Baz Luhrmann seneye gösterime girecek olan yeni "The Great Gatsby" uyarlamasının senaryosunu yazmış ve yönetmen koltuğuna kurulmuş durumda. Leonardo DiCaprio, Carey Mulligan ve Tobey Maguire'ın olduğu inanılmaz bir kadroyla hem de.http://www.imdb.com/title/tt1343092/)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...