21 Mayıs 2011 Cumartesi

Stefan Zweig'dan "Alacakaranlık Öyküsü"

Alacakaranlık Öyküsü, Stefan Zweig'ın Milliyet Yayınları'nın 1995'te Ali Avni Öneş'in çevirisiyle yayınladığı, Zweig'ın Alacakaranlık Öyküsü ve Yakan Sır isimli iki öyküsünü barındıran kitabı. Bu iki öykünün orijinal isimlerini ve yazılış-yayın tarihleriniyse bulamadım.
Aslında üniversiteye başladığım senelerde görüp,merak etmeye başladığım Macellan'ıydı Zweig'ın ama aradan bunca sene geçip de ben bir sürü seminer ödeviyle uğraşırken, kütüphanede bulup bulabileceğim en ince Zweig kitabını elime almaktan başka çarem olmadı. En azından Macellan'a giden yolda belli bir fikrim olur dedim. Hakikaten de oldu, kendinden bahseden her yerde ısrarla 1942'de karısıyla birlikte intihar edişinden ve Yahudi asıllı oluşundan yola çıkan düşüncelerden fazlasına ulaşabildim nihayet. Bir yazarla en iyi tanışma yöntemini denedim, yazdıklarını okudum.
Kitabın ilk öyküsü, Alacakaranlık Öyküsü, anlatıcımızın bir alacakaranlık vakti yalnızlığının tetiklediği gölgelerin arasında eski bir tanıdığının anlattıklarını hatırlamasından yola çıkıyor. Bu eski arkadaşın, uzak bir geçmişte, ilk aşkı tadışını, karşılıksız sevme ve sevilme durumlarını yaşayışını dinliyoruz bir çeşit Atonement atmosferinde. Tüm öykü anlatıcımızın da içinde bulunduğu odanın havasında, kararmakta olan havanın üstüne çöktüğü bulanık bir gölgeler diyarı gibi. "Birdenbire loşluk çöktü odamıza! Rüzgar şehrin üzerine yağmur mu getirdi?" diye başlayan öykü, "Fakat oda ne kadar loş ve sen alacakaranlığın derinliğinde bana ne kadar uzak görünüyorsun!" diyerek sonuna geliyor.
İkinci öykü, Yakan Sır'da bu defa bizim bildiğimiz anlamda playboy denilebilecek genç-zengin-hovarda bir baronun tatil için gittiği bir otelde sırf eğlenmek için genç bir kadını elde etme ve bu uğurda aklını karıştırdığı genç kadının 12 yaşlarındaki oğluna yanaşma çabaları sonucu olanları dinliyoruz. Bu defa da henüz yetişkinlerin dünyasının kıyısında duran ve Yakan Sır adını verdiği o yetişkinlerin sırrına erişmeye çalışan bir çocuğun kafasının içine misafir olmuşuz etkisi yaratıyor Zweig.
Zweig'ın her iki öyküsünde de, bolca kendiyle konuşan, durmadan kendi iç dünyalarıyla ilgilenen, tartışan, düşünen taşınan karakterlerinin duygusal okyanuslarına dalıp çıkıyoruz. Etrafı anlamaktan çok insan düşüncelerini, duyguların en uç, en derin diplerini görüyoruz. Tabi bolca karanlık, umutsuz, bocalayan iç dünyalarla.
Bu sebeple, yeni Zweiglarda görüşmek üzere diyorum, yalnız dilimde bıraktığı Dostoyevski etkisinden olsa gerek, acele de etmiyorum.
Bu arada gittigidiyor gibi yerlerde 4 tl'ye bulunabilirken, online kitapçılarda tükendi,satış yok gibi ibareler taşıyor kitap, okumak isteyene bildirmiş olayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...